Merhaba kıymetli kitap kurdu dostlarım. Bazılarınızın bildiği üzere geçen seneden beri her ay okuduğum bir kitabı inastagram ve facebook sayfamda "Ayın Kitabı" başlığı altında tanıtıyor ve yorumluyordum. Artık o kısa yazılarımı buradan da okuyucularla paylaşacağım. ( instagram: muhammet.baran.1453 ) Biliyorsunuz ki en çok satan raflarında reklamı yapılan kitapları
tavsiye etme ve tanıtma taraftarı değilim. Ve açıkçası bugün anlatacağım kitap
konusunda anlatıp anlatmama konusunda biraz kararsız kaldım. Zira Bernard LEWİS’in
kitapları her ne kadar akademik manada çok kıymetli bilgiler içerse de ( ufak tefek eksiklik ve yanlışlıkları olmakla beraber...) bugün
aşırı derecede reklamlaşmış ve abartılmış durumda. Yine de nihai kararım olarak
bugün sizlere Bernard LEWİS’in “İnanç ve İktidar – Ortadoğu’da Din Ve Siyaset” isimli
235 sayfalık kitabından bahsedeceğim. Benim elimdeki baskı Akılçelen Kitaplar
Yayınevinden çıkmış ve eserin 3. Baskısı. Dilimize Ayşe Minel ŞENGEL’İn
çevirdiği bu orta kalınlıktaki kitap yazarı tarafından Fouad AJAMİ’ye ithaf
edilmiş. Sayfa düzenini Belgin TUNA, kapak tasarımını Lodos Grup’un yaptığı
kitap 2020 – Ankara basımlı. Bu arada belirtmem gerekir ki kapak tasarımı
gerçekten çok başarılı.
Bernard LEWİS’in “İnanç ve İktidar; Orta Doğu’da Din ve Siyaset” isimli
kitabı okuyanların zihin dünyasında yeni ufuklara kapılar aralayacak ve tarihi
vetirelere farklı bir bakış açısı ile
bakmaya yardımcı olabilecek bir eser. Çalışmada Orta Doğu toplumlarının tarih
içerisinde ne tür siyasi aşamalardan geçtiği, bugünlere nasıl geldiği ve bugün
içinde bulunduğu durumun ne gibi sebeplerden kaynaklandığı anlatılmaya çalışmış.
On üç bölümden oluşan çalışmada özellikle demokrasi kavramı ince ince
anlatılmaya çalışılmış. Bazen anlatımı kolaylaştırmak için benzetmelere ve
misallere başvurulmuş.
Kitabın temel meselesi veya anlattığı şeylerin
kaynağı ise önsöz kısmında şu şekilde dillendirilmiştir:
“… Hıristiyanlıkta her zaman iki otorite oldu: Tanrı
ve simgesel olarak Sezar… Bu iki farklı otorite Hıristiyanlık dünyasında
genelde “kilise” ve “devlet” olarak bilinir… Klasik İslam’da din ile devlet
birdir. Musa halkına kölelikten ve çölden çıkışında yardım etti ama vaat
edilmiş topraklara girmesine izin verilmedi. İsa çarmıhta öldü. Takipçileriyse
yüzyıllar sonra Roma imparatorluklarından birine Hristiyanlığı kabul ettirip
Roma’yla sonra da diğer devletlerle uzun, sorunlu bir ilişkiye girinceye kadar
zulüm altında yaşayan bir azınlıktan ibaretti. İslam’ın peygamberi ve kurucusu
olan Hz. Muhammet, dünyevi başarıya hayattayken ulaştı, kısa zaman sonra
büyüyüp bir imparatorluk olacak devletin başına geçti… Bütün bunların anlamı,
İslam’ın başlangıç döneminden, kurucusunun hayatta olduğu dönemden başlayarak,
tüm Müslümanların dini, geleneksel ve kutsal kitabının tarihinin
biçimlendirdiği belleklerinde devletin ve dinin tek ve bir olmasıdır. İnanç ve
iktidar arasındaki bu ilişki diğer iki dinin aksine, İslam’ın ayırt edici özelliği
olarak kaldı…”
İlk bölüm olan “Öldürme Yetkisi” kısmı Batılı bir
araştırmacının gözünden kendi din ve kültüründen farklı bir din ve kültürün bu
tür hadiselere bakışını nasıl tasavvur ettiğini göstermesi bakımından dikkat
çekicidir. Yine bunun gibi kitabın en önemli bölümlerinden biri sayabileceğimiz
olan 2. bölüm yani “Avrupa ve İslam” kısmı iki medeniyetin karşılaştırılması
bakımından nazar-ı dikkatimi celb etti. Lakin 2. bölüm ile 12. bölümün
isimlerinin aynı olması (en azından Türkçe çevirisinde ) karışıklık
oluşturmaktadır.
İlk üç
bölümde daha çok dini ve yerel meselelerden bahsedilirken 4. bölümden itibaren
ise Batı etkisinden, liberalizm ve demokrasi kavramından, modernleşme
çabalarından ve dahi bunların tarihi seyrinden bahsedilmektedir.
Kitabın bazı yerlerinde tekrara düşülmüş. Hususen kölelik-hürriyet ve
İran Devrimi bahislerindeki fazla tekrarlar göze batmaktadır. Kadınlardan ise
dünyanın diğer yerlerinden de misaller verilerek daha fazla bahsedilmesi
gerekmektedir. Bunun haricinde bilimsel çalışmalarda çok önemli olan,
inandırıcılığı arttıran ve anlaşılabilirliği kolaylaştıran dipnot, resim,
grafik, fotoğraf ve tablo gibi unsurlara yer verilmemiş. Bazı siyasi, tarihi ve
ilmi ıstılahlar da etimolojik açıdan fazla irdelenmemiş ve açıklanmamış. Bibliyografya
kısmına da bakıldığında umumi olarak Batı menşeli kaynaklar kullanılmış ve ne
İslam Dünyasının ne de diğer toplumların kaynaklarına gerektiği gibi
başvurulmamış. Özellikle, Orta Doğu’nun siyasi tarihinin, demokrasinin ve dinin
siyaset üstündeki etkilerinin irdelenmeye çalışıldığı bu kitapta ne Nizamülmülk
gibi önemli siyasetname yazarlarının eserlerine ne de Koçi Bey gibi Osmanlı
döneminde devlet yönetimindeki bozulmaları irdeleyen bu topraklarda yaşamış
araştırmacıların ve müelliflerin eserlerine birinci elden kaynaklar olmasına
rağmen başvurulmaması akademik ve ilmi manada bir eksiklik doğurmuştur.
Hatta bunlardan daha önemli bir husus da şudur ki
Orta Doğunun en büyük ve hayatı en çok etkileyen dini olan ( kitapta da
ağırlıkla bahsedilen) İslam’ın hukuki ve siyasi yönünü oluşturan “Fıkıh” için o
konunun uzmanlarına ve kaynaklarına da başvurulmadığı görülmektedir. Oysaki
nasıl Batı hukukunun ve devlet idaresinin temellerini öğrenmek ve anlayabilmek
için ya o konuların uzmanına ya da Magna Carta ve 12 Levha Kanunları gibi temel
metinlere bakılması icab ediyor ise. Orta Doğu’nun da siyasi ve hukuki
alışkanlıklarını/pratiklerini manalandırabilmek için bir fakihe ve Kuran, Hadis
külliyatlarına ve dahi örfi hukukun temeli olan geleneklere sıkça başvurmak
icap eder.
Ayrıca böyle
bir konuya (bütün bir toplumu ve medeniyeti kuşatan) sadece din, siyaset ve
tarih penceresinden de bakılamaz. Çünkü hem incelenen coğrafya çok büyük hem
tasvir edilen nüfus çok fazla hem de ele alınan konu ve zaman aralığı çok
geniş. Bu yüzden anlatımı ve anlayışı kuvvetlendirmek için konuya felsefi,
etnografik, istatistik, coğrafik açılardan da bakmak lazım gelmektedir. Zira
her toplum yaşadığı coğrafya ve elindeki imkânlar ile sınırlıdır. Ve her
toplumun bir sanat anlayışı, bir ahlaki görüşü bir felsefi bakışı vardır. Ve
bunlar da siyasete, hukuka, idare biçimlerine sirayet etmektedir.
Çalışmada anlatılan/değinilen bütün meselelerin Batı
ile kıyaslanarak anlatılması da hayreti muciptir. Zira dünya Batı’dan ibaret
değildir. Ve çok eski çağlardan beri Anadolu, Mezopotamya, İndus Vadisi ve
Çin’de çeşitli medeniyetler kurulmuş, birçok gelişme yaşanmıştır. Bu yüzden bir
mesele veya hadise kıyas yolu ile anlatılmaya çalışıldığından konuya farklı
coğrafyalardan da misaller getirmek lazım gelmektedir. Özellikle Uzak Doğu’nun
ve çevresinin zaman içerisindeki etkileri ve fiileri es geçilmiştir. Ayrıca
bugün Orta Doğu’da yaşayan bazı halkların kökeninin uzandığı veya sosyokültürel
açıdan Orta Doğu’daki halklarla benzerlik ve birliktelikleri bulunan Orta
Asya’dan da gerektiği gibi bahsedilmesi önemli bir eksikliktir. Lakin gerek
kitabın yazarının Batılı olduğunu ve kendi medeniyetini daha iyi tanıdığı için
oradan misaller vermesinin daha kolay olduğunu, gerekse demokrasi denen
kavramın beşiğinin Batı sayıldığını düşünürsek bu durum belli ölçüde kabul
edilebilir.
Tüm bunların yanında kitapta aşırıya kaçtığı
düşünülebilecek bir şekilde radikalleşmeden ve bazı radikal örgütlerden
bahsedilmesi birkaç gurubun tüm İslam âleminin temsili gibi göze sokulması ve
dahi onların dışında hiçbir gurup veya oluşum yokmuş gibi lanse edilmesi
kitabın değerini sakatlamış. Ve yazarın bu konu hakkındaki diğer kitapların
çoğunun yazarları ile aynı hataya düşmesine sebep olmuştur.
BERNARD LEWİS:
Bernard LEWİS 31 Mayıs 1916’ da Londra’da dünyaya gelmiştir. İngiliz asıllı Amerikalı tarihçidir. İslam tarihi ve İslam-Batı ilişkisi hakkında uzmanlaşmıştır. Ortadoğu hakkında uzmanlaşmıştır. 19 Mayıs 2018’de ABD’de ölmüştür.
KÜNYE:
Lewis, Bernard, İnanç ve İktidar – Ortadoğu’da Din ve Siyaset, Ankara, Akılçelen Kitaplar Yay., 2020.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder